Mesut Türker | Adving | Laps



"Zaferin Rengi" olur mu ?

Biz millet olarak okumadığımız için tarihimizi hep yalan yanlış öğreniyoruz. Özellikle dizilerden ve filmlerden.

İşte buna bir örnek daha yakında sinemalarda olacak; “Zaferin Rengi”

Milli mücadele dönemiyle ilgili bir çok güzel film izledik şimdiye kadar. Fakat bu camiada her hangi bir utanma emaresi olmadığını uzun yıllardır zaten biliyoruz da; uydurma tarihi bilgiler ile film yaptırmak da büyük yüzsüzlük artık. 

Bakın bu filmin tanıtımını bile nasıl yapıyorlar;

Fenerbahçemizin şanlı tarihindeki en etkileyici zaferlerden General Harington Kupası’nın hikayesinin anlatıldığı "Zaferin Rengi", 1919 yılında İstanbul'u işgal eden düşman kuvvetlerine karşı örgütlenen insanların Anadolu'da başlattıkları direnişi, Cumhuriyet tarihinin en önemli spor başarılarından olan General Harington Kupası efsanesinin etrafında anlatıyor.

“Cumhuriyet tarihinin en önemli spor başarılarından” breh, breh, breh…

Dağhan Irak’ın “HÜKMEN YENİK! Türkiye’de ve İngiltere’de futbolun sosyo-politiği” adlı incelemesinde bakın ne diyor;

“General Harrington Kupası’nın ve diğer benzer maçların şehirde yarattığı milliyetçi heyecan göz ardı edilemez. Ancak bu maçlar günümüze aktarılırken kullanılan milliyetçi anlatı ve maçlara yüklenen değer sorgulanmalıdır. Zira işgal kuvvetlerine karşı oynanan maçların, yerel etnik rekabetlerden ya da diğer yabancı takımlara karşı oynanan maçlardan farklı bir anlamı vardır. Türk takımları işgal ordularından gelen maç tekliflerini kabul ederken, bir taraftan onların ülkedeki varlıklarını meşrulaştırma çabalarına yardım etmektedir. Örneğin General Harrington Kupası’nda oynamak, aslında işgal kumandanının şehirdeki yönetici olma iddiasını kabul etmek anlamına da gelir.

İşe sportif açıdan bakarsak, bu maçlar genelde normal futbol maçları olarak algılanır. Mesela, halen Fenerbahçe hakkında yazılmış en detaylı tarih kitaplarından biri olan Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi’nde bu maçlar, tıpkı sıradan yabancı takımlarla oynanan özel maçlar gibi “yabancı takımlara karşı oynanan maçlar” kategorisinde listelenir. Ancak, işgal kuvvetleri takımlarındaki oyuncuların pek çoğu aslında futbolcu olmayıp yalnızca bu sporu seven hevesli askerlerdir. Mesela General Harrington Kupası, Haziran 1923’te, Lozan görüşmeleri sırasında oynanmıştır. Fenerbahçe’nin karşısına rakip olarak çıkarılan takım, beş yıldır ailelerinden ve normal hayatlarından uzak ve terhise birkaç haftası kalmış askerlerden oluşmaktaydı. Fenerbahçe ise 1922-23 Cuma Ligi sezonunu 12 maçın 11’ini kazanarak daha yeni şampiyon bitirmiş, aylardır antrenman ve maç yapan futbolculardan kuruluydu. Dolayısıyla sportif anlamda bu iki takımı eşit koşullardaymış gibi görmek ve bunu normal bir futbol maçı olarak kabul etmek aslında hiçbir şekilde mümkün değil. Ancak ulusçu tarih anlatısının temel görevlerinden birinin bu tarz akli iflasların üstünü hamasetle sıvamak olduğunu unutmamak gerekir.”

İşin sportif tarafı zaten yukarıda özetlenmiş. Yani bugün Gazze’yi işgal eden askerlerden oluşan bir takımla Filistin’ in profesyonel futbolcularına karşı kupa düzenliyorlar ve adını da Binyamin "Bibi" Netanyahu Kupası yapıyorlar. Filistinli yüzsüz profesyonel takım ise, tarihi başarıları daha fazla olan rakibine üstünlük kuramama ezikliği ile, yıllar sonra, İsrail askerlerine karşı kazandığı maçı, bir kahramanlık hikayesi olarak anlatıyor. 

Aslında bugün o kahramanlık hikayesi olarak anlatmaya çalıştığınız kupanın arkasında bir vatan hainliği, milli mücadeleye karşı çıkma, işgal kuvvetleri ile dostluk olduğu yazmayacak hiçbir yerde. Ama hedef kitle bunu da yer, verin coşkuyu. “Attığınız her gol kurşun olacak! Tuttuğunuz her top vatan müdafaası!” demişler birde.

Hikayesi de çok güzel; Koskoca Birleşik Krallık İŞGAL kuvvetleri Komutanı General Harington maç için gazeteye ilan veriyor ve ne hikmetse aynı gazeteye, Fenerbahçe cevaben “sadece kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder” şeklinde ilan veriyor. 

Merak ediyorum acaba filmde, bu maçta golleri atan, daha sonra başkanlık yapan Zeki Rıza Sporel’den nasıl bahsediliyor. Kurtuluş mücadelesine katılmadığı gibi, İngilizlerin Damat Ferit hükümetine kurdurduğu Millî Mücadele karşıtı Kuvâ-yi İnzibâtiye hareketine katılması sonucu Harp Divanı tarafından ordudan atıldığı da anlatılıyor mu acaba? 

Tesadüfe bakın ki; O Kuva-yi İnzibatiye’nin 1920 yılında kurulmasını emreden dönemin Büyük Britanya Komiseri Amiral John de Robeck, 18 Mart 1915 Çanakkale zaferinde yenilgiye uğrayan Kraliyet Donanması’nın, 9. Kruvazör Fırkası komutanıydı. 

1921 yılında Mustafa Kemal ile görüşmek için defalarca aracı kullanan General Harington’un, her seferinde tereddütsüz şekilde geri çevrildiğini tarih kitaplarında bulamayacaksınız belki de.

Mudanya Mütarekesinin ardından Mustafa Kemal’in talimatıyla, Trakya’yı devralmak için İstanbul’a gelen Refet Paşa ile gerilime neden olan yine o meşhur komutan Harington’du.

Vahdeddin’i Malta’ya gönderen, Lozan sonrasında, İngiliz hükümetinin İstanbul’u terk edin emrine bile uymayarak, boğazların kontrolünü Fransız komutan ile anlaşarak kendisinde tutmaya devam eden bir generalden bahsediyoruz burada. 

29 Haziran 1923’e gelindiğinde Lozan’da uzlaşma sağlandığının anlaşılması üzerine, gider ayak düzenlediği ve kendi ismini verdiği yalandan kupa ile - aslında ben sizinle uyum içerisindeydim- mesajı verme çabasındaydı sadece.

Ve bu General Harington’un İstanbul’a gelmeden önce 1917’de Belçika’nın Messines kasabasında, 5 dakika içinde 10.000 Alman askerini nasıl öldürdüğüne de bir bakalım isterseniz. 

İngiliz tünelciler, Belçika'nın Messines köyü yakınlarında Alman hatlarının altını kazarak neredeyse iki yıl geçirdi. Tünel ağları karmaşık ve derindi; bazı geçitler, binlerce kiloluk patlayıcıyla dolu odalara 30 metreden fazla iniyordu.

Harington gazetecile şöyle diyordu; "Beyler, yarın tarihi değiştirip değiştiremeyeceğimizi bilmiyorum" dedi. "Fakat coğrafyayı kesinlikle değiştireceğiz."

“7 Haziran sabah saat 3:10'dan itibaren İngiliz mühendisler, Messines dışındaki bir sırt boyunca Alman mevzilerinin derinliklerine gömülü 19 devasa mayını patlattı. Mayınların her biri askerler tarafından ateşlendi ve böylece birkaç saniye arayla sırt boyunca aşağı yukarı patlayarak toprak, çelik, beton ve cesetlerden oluşan gayzerlerin havaya fışkırmasına ve karanlık gökyüzünü turuncu alevle yakmasına neden oldu.

Toplamda yaklaşık 1 milyon pound patlayıcı içeren mayınların, nükleer çağ öncesinde insan kaynaklı en büyük patlamalardan birini yarattığına inanılıyor. Cephenin Britanya tarafındaki askerlerin patlama nedeniyle ayakları yerden kesildiği, daha uzakta, Fransa'da patlamanın şok dalgası yaparak depremle karşılaşıldığı biliniyor.”


Bu bilgilere, “doğru bilgiye” ulaşmak isteyen herkes ulaşabilir. Tarih, maalesef yanıltıcılar ve şekillendiriciler tarafından anlatıldığında/yazıldığında neresinden baksanız tutarsızlıklarla dolu bir bilim! haline geliyor. 

Bu kupa ve futbol aracılığı ile tarihi yanıltmaya ve şirin gözükmeye çalışmak da tam anlamıyla örtbas ve yüzsüzlüktür. 

Kim bilir daha ne kadar çok yanlış bildiğimiz tarihi bilgilerle doluyuz. 

Araştırmayan, okumayan, sorgulamayan bir nesil için; Osmanlı’nın Hürrem’den, Kurtuluş savaşının dümenden, yakın siyasi tarihimizin ise gereksizliğinden dem vurmak kolay geliyordur. 

Halbuki “yayı ne kadar geriye çekerseniz, ok o kadar ileriye gidecektir”.